Olmam Gereken Yer Neresi?
Ben kimim?
Nasıl biriyim? İnsanlar nasıl? Biz niye varız?
Bazen bu soruların cevabını arıyorum, bazen de pes ediyorum. Bulduğumu sandığımda ise aklıma bir soru daha geliyor:
Ya bir gün aklımda sorular kalmazsa?
Sanki o zaman eksilecekmişim gibi.
Belki de bu yüzden hep bir “olmam gereken yer” arıyorum.
Hayatta gözlerimi açtığım o ilk yer mi orası?
Yoksa çocukken hayalini kurduğum süslü, masalsı yer mi?
Biraz büyüyünce kafamda çizdiğim o “gerçek” mi?
İlk kez aşık olduğumda, onunla gitmeyi hayal ettiğim o yer olabilir mi?
Mesleğimi seçtiğimde kurduğum, kendimce sağlam sandığım o dünya mı?
Yoksa evlenip bir aile kurduğumda, “tamam işte, artık geldim” dediğim yer mi?
Ve tuhaf bir şekilde…
Kafamın içinde hâlâ bir yere gideceğim, oraya ait olacağım ve orada sonsuza kadar mutlu yaşayacağım düşüncesi var.
Bu yaşta bile.
Bir yanım bu hayali bırakmak istemiyor; diğer yanım bunun gerçek olmadığını biliyor.
Bu serüvende fark ettim ki hayata hep amaçlar koyuyoruz.
Bir üniversite kazanmak, bir meslek edinmek, birine bağlanmak, kendini gerçekleştirmek… Ama o amaçlar yolda bir şekilde anlamını kaybediyor. Elde edince mi kayboluyorlar? Yoksa ulaşamayınca mı soluyorlar? Bilmiyorum.
Bazen kendi kendime diyorum ki:
“Sonuçta hiçbir şeyi başarmak zorunda değiliz.”
Ama sonra içimden bir ses ekliyor:
“Belki de bu, kendi kendime kurduğum bir tembel avuntusudur.”
Ve bazen şunu da düşünüyorum:
Hayat başlı başına sıkıcı bir şey olabilir mi? Belki biz onun üzerine anlamlar inşa ederek, hedefler koyarak, hikâyeler uydurarak o sıkıcılığı biraz olsun katlanılır hale getiriyoruzdur. Tüm o büyük hayaller, uğruna koşturduğumuz amaçlar, hatta küçük alışkanlıklarımız… belki sadece oyalanmak için vardır.
Bugün sesli düşündüm.
Kafam çok karışık ve dağınık.
Yorumlar
Yorum Gönder